TR
  • English
  • Türkçe
  • Deutsch
  • español, castellano
  • العربية
  • فارسی
  • русский язык
  • українська
  • 中文 (Zhōngwén), 汉语, 漢語
  • Français
  • mimari tasarımlar ve teknikler

    Türkiye

    Kündekari

    Bu üslup ilk olarak 12. yüzyılda Selçuklu Türkleri ile birlikte ortaya çıkmış ve daha sonra Osmanlılar tarafından yoğun olarak kullanılmıştır. Kündekari, 800 yılı aşkın bir geçmişe sahip sofistike bir ahşap kakma tekniğidir. Tarihsel olarak Kündekari; camilerde, kapılarda, mobilyalarda, pencere panjurlarında veya dolap kapılarında iç mekanları süslemek için kullanılmıştır. Ancak bu teknik günümüzde de dayanıklılığı sayesinde övülmektedir. Herhangi bir yapıştırıcı veya çivi kullanılmadan, sekizgen, altıgen, hilal, dikdörtgen ve üçgen geometrik bloklar ve omurga çubukları birbirine kenetlenmekte, son derece dayanıklı olan bütün bir yapı oluşturmaktadır. Kündekari'nin en güzel örneklerini Konya'daki Alaaddin Camii ile Birgi, Aksaray, Malatya ve Siirt Ulu Camileri gibi çeşitli Selçuklu dönemi camilerinde görmek mümkündür.

    Mimaride Geleneksel Marangozluk

    Ahşabın bol olduğu kuzey Türkiye'de, ahşap mimari yaygındır. Pek çok teknik olmasına rağmen çantı, ahşap yapıların çivi kullanılmadan inşa edildiği en eski yapım yöntemlerinden biridir.

    Cumba

    Geleneksel Türk evlerinin en karakteristik özelliklerinden biri de üst katlardan çıkıntı yapan bir pencere veya balkon olan 'cumba'dır. Bu özellik, evlere, paylaşılan alan üzerindeki çıkıntı nedeniyle aşağıdaki sokaklarla benzersiz bir ilişki sağlar. Mahremiyete değer veren dini kültürün ve bu düşüncenin de geleneksel mimari tarzları etkilediği cumba ile sarkan pencereler veya balkonlar, sadece evdeki kadınlar için değil, aynı zamanda evdeki herkes için de yoldan geçenler tarafından görülmeden sokağı gözlemleme imkanı tanımaktadır. Bazı yerlerde, yerel tüccarların ekmek ve kolay bir tür anonim alışverişi kolaylaştırmak için yiyecek koymaları için sepetler açıklıktan indirilmekteydi. Böylelikle cumba hem güvenlik hem de pratik işlevlere de sahiptir.

    İznik Çinileri

    Bursa'daki tarihi bir kasabadan adını alan İznik çinileri, mavinin tonlarından, yeşile ve kırmızıya kadar değişen, gösterişli bir renk paleti sunmaktadır. Bu seramik çanak çömlek geleneği 13. yüzyılda Selçuklu dönemine kadar uzanmasına rağmen bu teknik 16. yüzyılda, özellikle İznik'te zirveye ulaşmış ve bu gelenek kasabanın adıyla özdeşleştirmiştir. İznik çinileri Osmanlı belgelerinde 'Çini' olarak da anılmaktadır. Geleneksel Osmanlı İznik çinileri ve seramikleri, dönemin seçkin isimlerine ve tabii ki yeni lüksler keşfetmeye hevesli imparatorluk ailesine hitap etmekteydi. Camilerde ve köşklerde de yaygın olarak kullanılmıştır. Arabesk kompozisyonlardan natüralist tasvirlere kadar pek çok stildeki değişikliklere renk paletinde eşlik etmiştir. Basit mavi ve beyazın birleşimi, yerini mavinin farklı tonlarına bırakmış ve daha sonra canlı yeşiller, mor ve kırmızı yerini almıştır. Günümüzde İznik çinileri, dünyanın her yerinden önde gelen müzeler ve koleksiyonerler tarafından büyük saygı ve değer görmektedir.